İstanbul’un Anılarda Kalan Plajları
İstanbul bir zamanlar, her köşesinden denize girilen bir şehirdi ve bu macera şehre unutulması imkânsız anılar bırakarak veda ederken şehir sakinleri deniz sefasını uzaklarda aramak zorunda kaldı. Havva Yılmaz, bu anıları mercek altına alarak Kent için eski İstanbul plajlarının panoramik bir portresini çizdi.
YAZAN: Havva Yılmaz
İnanması güç olsa da İstanbul, bir zamanlar her köşesinden denize girilen bir şehirdi. Şehrin Marmara Denizi’yle buluştuğu pek çok kıyıda, şehir halkı çoğunlukla ücretsiz plajlardan denizin, güneşin, tertemiz havanın tadını çıkarıyordu. Ne var ki bu nimetin sefasını şehir halkı uzun müddet sürdüremedi. Şehir kalabalıklaştıkça binaların, trafiğin, gürültünün de esiri oldu. Önce binalar sıklaştı, sonra yollar genişledi ve uzadı, derken deniz kıyıları geniş bulvarlara dönüştü ve şehir sakinleri deniz sefasını uzaklarda aramak zorunda kaldı. Yine de bu macera geride unutulması imkânsız anılar bırakarak veda etti şehre. Gelin bu anılara biraz yakından bakalım ve eski İstanbul plajlarının panoramik bir portresini çizelim.
Modernleşen Şehir, Modernleşen Deniz
İstanbul’da plaj kültürünün ortaya çıkışı, şehrin tarihindeki pek çok olgu gibi Osmanlı-Türk modernleşmesiyle yakından ilgilidir. Geç Osmanlı Dönemi’nde sayfiye kültürünün doğuşu ve buna bağlı olarak deniz hamamlarının yaygınlaşması, I. Dünya Savaşı sonrasında plaj kültürünün yaygınlaşmasını tetikleyecek ve şehrin denizle kurduğu ilişkinin yepyeni bir boyut kazanmasını sağlayacaktır. Osmanlı döneminde deniz hamamlarının kullanımının 17. yüzyıla kadar dayanan bir geçmişi vardır. İstanbul Davud Paşa İskelesi civarındaki bir deniz hamamı çeşmesini gösteren belge, Evliya Çelebi’nin Salacak sahili ve Kağıthane Deresi çevresinden bahsederken kullandığı “…cümle dilberan mahi temmuzda deryada çimerler” ifadesi ve 17. yüzyıla ait bir türküde geçen şu ifadeler Osmanlı döneminde denize girme pratiğinin sanıldığı kadar geç başlamadığını gösterir:
Edirne Tunca suyunda
Bursa’nın kaplucasında.
İstanbul Kumkapusu’nda
Deniz melekleri oynar…[1]
Deniz hamamları hakkında arşiv taramalarına dayanan kapsamlı araştırmalar hala az olduğu ve arşivlerde de halihazırda, yeterli malzeme bulunamadığı için bu konuda net bilgiler ortaya koymak zordur. Bununla birlikte Osmanlı-Türk modernleşmesinin hızlandığı ve sosyal hayatta önemli bir karşılık edindiği 19. yüzyılın, deniz hamamlarının çoğalmasında ve toplumun denizle ilişkisinin değişmeye başlamasında kritik bir eşik olduğu düşünülür. Bu açıdan 19. yüzyılda ticari işletme olarak açılan deniz hamamlarının çoğunlukla Avrupa'daki yenilikleri toplumun geri kalanına göre daha yakından takip eden gayrimüslim nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yer alması önemli bir husustur.[2] 20. yüzyıl başlarında daha geniş bir kitleye hitap etmeye başlayan ve mekânsal olarak da çeşitlenen bu mekanlar, döneme ait kaynaklarda şöyle sıralanır: Yeşilköy, Bakırköy, Samatya, Yenikapı, Kumkapı, Çatladıkapı, Ahırkapı, Salıpazarı, Fındıklı, Kuruçeşme, Ortaköy, İstinye, Tarabya, Büyükdere, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe, Kuleli, Çengelköy, Beylerbeyi, Üsküdar, Salacak, Moda, Fenerbahçe, Caddebostan, Bostancı, Kartal, Maltepe, Pendik ve Tuzla.[3]
Deniz hamamlarından plajlara geçişin İstanbul'un işgal edildiği sıralarda başladığı düşünülür. Kimilerine göre 1917 Ekim Devrimi’nden kaçan Beyaz Ruslar, kimilerine göre işgal kuvvetlerinin askerleri, kimilerine göre ise her ikisinin bir araya gelmesi şehirde plaj kültürünün ortaya çıkışını sağlamıştır.[4] Buna göre, o yıllarda İstanbul’a gelen Beyaz Ruslar’dan Florya kıyılarına yerleştirilen bir grup kadın, sıcaktan kaçınmak ve bitlerden kurtulmak için denize özgü kıyafetlerle, erkeklerin bakışını önemsemeden denize girince şehir halkında hayli merak uyandırırlar ve zamanla bu şekilde denize girme usulleri yaygınlık kazanmaya başlar. Keza aynı yıllarda İngilizler de Florya'da, açıkta kadın-erkek bir arada denize girmeye başlarlar ve bu da plajların kurulmasının ve hızla deniz hamamlarının yerini almasının önünü açar. [5]
Bu yıllarda Beyaz Ruslar’ın şehrin çeşitli bölgelerinde hayata tutunmaya çalışırken gündelik hayat üzerinde önemli etkiler bıraktıkları zaten hatıratlarda da yer alan genel bir kanaattir. Örneğin Hikmet Feridun Es, bu durumu şöyle tarif eder: “İstanbul’da ilk plajlar, daha doğrusu kadınlı-erkekli kalabalığın yan yana denize girmeleri birçokları için âdetâ dünyanın sonu gibi karşılanmıştı. Vakıa erkekler arasında, açıkta denize girenlere rastlamak mümkündü. Fakat kadınların ulu orta açıkta denize girmeleri ne münasebet? Bu modayı da kısa saç modası gibi İstanbul’da parlatan Türkiye’ye muhacir olarak gelmiş olan beyaz Rus kadınları idi.”[6]
Mütareke yıllarından sonra ise şehirde karma plajlarda denize girme, yüzme, güneşlenme pratikleri hızla yaygınlaşır. Aslında yüzme bir spor dalı olarak Osmanlı döneminde eskiden de gerekli görülür. Okçularla ilgili nizamnamede iyi bir kemankeşin binicilik ve yüzmede de mahir olması gerektiğinin vurgulanması ve Evliya Çelebi’nin Kâğıthane şenliklerinde yüzme yarışlarının yapıldığını belirtmesi, şehirde yüzme sporunun tarihinin hayli eski olduğunu gösterir.[7] Bununla birlikte, deniz hamamlarıyla birlikte keyif için denize girme pratiği, plajların yaygınlaşmasıyla birlikte ise bir eğlence ve sosyalleşme aracı olarak deniz-kum-güneş üçgenine başvurma pratiği ortaya çıkar ve bu pratik bir yandan farklı sosyal gruplar için önemli bir boş zaman aktivitesine dönüşürken diğer yandan uzun vadede toplumsal grupların hayat tarzlarını yansıtan sembolik bir anlam edinir.
İstanbul Plajlarının Altınçağı
1930’larda İstanbul tam anlamıyla bir plaj cennetidir. Şehrin en gözde plajları ise dönemin sayfiye bölgesi olan Anadolu Yakası semtlerine yayılmıştır. Özellikle o dönemki adıyla Kadıköyü’nün plajları, 1850 sonrası adım adım büyük bir sayfiye mekanına dönüşerek kazandığı popülariteyi yansıtan bir dinamizme sahiptir. Moda, Fenerbahçe, Caddebostan, Suadiye, Bostancı plajları o yıllarda bölgede yazlık evi olan ailelerin yanı sıra günübirlik ziyaretçilerin de uğrak yerleridir. Bu ziyaretçilerin büyük bir kısmı toplumun kalburüstü kesimindendir. Moda’da kurulan çeşitli kulüpler çevresinde serpilen plaj kültürü, “cemiyet hayatı” içerisinde önemli konumlarda bulunan kişileri ve aileleri bir araya getirir. Aşık olduğu kadınla evlenebilmek için tahttan feragat ederek İngiliz kraliyet tarihinde kendi isteğiyle tahttan ayrılan ilk kral olan ve o yıllarda bu olay sebebiyle dünya çapında magazinel bir ilgi uyandıran VIII. Edward bile 1936 yılında ülkeyi ziyaret ettiğinde yolu Moda Plajı’na düşer. Bölgenin tenis kortlarıyla ünlenen, geniş bahçeli, modern tasarımlı köşklerinin renk verdiği sosyomekansal dokusunu bütünleyen plaj, Cumhuriyet döneminde Kadıköy hakkında yazılan en çarpıcı roman olan Safiye Erol’un Kadıköyü’nün Romanı eserinde yer alacak ve Münif Fehim tasarımıyla kapağa taşınarak dönemi yansıtan önemli görsel sembollerden olacaktır.
Caddebostan’da yine ekabir sınıfının rağbet gösterdiği plajlar, yanıbaşlarında yer alan gazinolar, kafeler, golf sahaları ve yazlık sinemalarla birlikte bölgeye ayrıcalıklı bir konum kazandırsa da burada, nispeten uygun fiyatlı bir plaj da bulunur.[8] 1929 yılında açılan Suadiye Plajı da uzunca bir müddet “İstanbul cemiyetinin gözdesi” olur ve ünlü isimleri bir araya getirir.[9] Açıldığı yıllarda 35 kuruşluk giriş ücretiyle “pahalı” bir hizmet sunan plaj, 1950’lerde inşa edilen Suadiye Oteli’yle birlikte bütüncül bir “turizm ağı” oluşturarak öncü bir rol edinir.[10]
Plajın sahibi Mustafa Güler’in kızı Deniz Kurbanzade, kaleme aldığı anı-romanında plajın kucaklaştığı Marmara Denizi’ni “o kadar temizdi ki ufak karidesler çocukların oyuncağı olurdu” diye tarif eder.[11] Selim İleri de 1950’li yılların Fenerbahçe Plajı’nı benzer şekilde anar: “Fenerbahçe Plajı İstanbul’un suyu en duru, saydam plajıydı desem yalan söylememiş olurum. Denizi henüz mahvetmemiştik. Kıyıda küçük yengeçler, pavuryalar, şeytanminareleri, deniz salyangozları yampiri yampiri yürürler, kuma gizlenirler, kum tozuturlar, yine de, çoğu kez, çocukların su dolu kovalarında can çekişirlerdi…”[12] Eser Tutel’e göre Kalamış Koyu’nda da “deniz ancak bele kadar gelirdi; suyu durgun ve sıcaktı.”[13] Keza Bostancı’da yer alan dört plajdan (Deniz, Teksin, Yumurcak, Derya) birini işleten Hayrettin Sezer “sabah kalkar kalmaz yüzümü deniz suyuyla yıkardım” diyerek yine denizin o dönemde ne kadar temiz olduğuna işaret eder.[14] Çocukluğu Caddebostan’da geçen Yıldız Demiriz, “Çocukluğumda ve gençliğimde Marmara’nın suyu tertemizdi. Suyun üstünden çok dibinde yüzerdim. Çok da atlardım. Ağzımdan ve burnumdan giren deniz suyunun haddi hesabı yoktu. Su tuzluydu tabii, ama içilebilecek temizlikteydi.” der ve bir keresinde, bir misafirlerinin düşürdüğü yüzüğü, suyun berraklığı sayesinde, gözlüğe ihtiyaç duymaksızın bulabildiklerinden bahseder.[15]
Bu güzelim duruluk, 1960-70’lerden sonra yavaş yavaş yok olmaya başlar ve denizin kirlenmesiyle birlikte İstanbul plajları da hafızalarda tatlı bir hülya olarak kalır:
“Mermer heykelli köşklerde Türkân Şoray’lı, Hülya Koçyiğit’li Türk filmleri bir süre daha çekilecekti ama semt hızla apartman bombardımanına tutulacaktı.
(…)
Sonra Fenerbahçe ve Kalamış marinaları geldi. Marina sözcüğü bile irkiltici, iyisinden, ‘yat mezarlığı’ denebilir. Yat sahiplerinin hoşuna gidiyor mu buraları? Gerçi hepimiz buralardaki lokantalara, eğlence yerlerine, barlara arada bir uğruyoruz. Uğrarken de geçmişi bilenler, göz açıp kapama, denizin masmavi, billûr günlerini anımsıyor.”[16]
Selim İleri’nin Fenerbahçe için söyledikleri, şehrin tümünü kuşatan makus talihin özeti gibidir. Özellikle, 1980’lerde yapılan sahil dolgusu ile Anadolu yakasının gözde plajları birer birer şehre veda ederler. Geriye plajlı günleri yaşayanların yazdıkları, anlattıkları ve sararmış fotoğraflar kalır.
Safiye Erol’un kaleme aldığı, 1938 yılında yayınlanan Kadıköyü’nün Romanı adlı eserde Moda Plajı ve atlama kulesi görülüyor. Kaynak: İstanbul’un Deniz Hamamları ve Plajları, Burçak Evren, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2000, s.133.
Suadiye Plajı, 1930’lar. Gökhan Akçura Arşivi. Kaynak: İstanbul’da Deniz Sefası – Deniz Hamamından Plaja Nostalji Sergi Kataloğu, Haz. Zeynep Ögel, Gülru Tanman ve Emir Alışık, İstanbul: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 2018, sf. 410.
Caddebostan Plajı ilanı, 1962. Gökhan Akçura Arşivi. Kaynak: İstanbul’da Deniz Sefası – Deniz Hamamından Plaja Nostalji Sergi Kataloğu, Haz. Zeynep Ögel, Gülru Tanman ve Emir Alışık, İstanbul: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 2018, sf. 402.
“Moda Koyunda Kadınlar” Duralit üzerine yağlıboya tablo, Melek Celal Sofu (1896-1976). Kaynak: İstanbul’da Deniz Sefası – Deniz Hamamından Plaja Nostalji Sergi Kataloğu, Haz. Zeynep Ögel, Gülru Tanman ve Emir Alışık, İstanbul: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, 2018, sf. 373
[1] İstanbul’un Deniz Hamamları ve Plajları, Burçak Evren, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2000, s.11
[2] “Osmanlı Deniz Hamamları”, Süleyman Beyoğlu, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, 2012, C. 5.
[3] “Deniz Hamamları”, Gökhan Akçura, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul: T.C. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı, 1994, s. 25.
[4] İstanbul’un Deniz Hamamları ve Plajları, s. 91.
[5] Deniz Hamamları”, s. 25.
[6] Kaybolan İstanbul’dan Hâtıralar (2. Basım), Hikmet Feridun Es, Haz. Selçuk Karakılıç, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2010, s. 37.
[7] “İstanbul’un Spor Tarihi ve Mekânları”, Kemalettin Kuzucu, Büyük İstanbul Tarihi Ansiklopedisi, C. 4, İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi, 2015, s.512.
[8] İstanbul’un Deniz Hamamları ve Plajları, sf. 135.
[9] Geçmiş Suadiye’de Aşktı, Deniz Kurbanzade, İstanbul: Sosyal Yayınlar, 2007, sf. 18
[10] Geçmiş Zamanların, Mekânların ve Hatırlamaların Rafında Kadıköy’ün Kitabı, Tamer Kütükçü, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2014, 230.
[11] Geçmiş Suadiye’de Aşktı, sf. 20.
[12] İstanbul Seni Unutmadım, Selim İleri, İstanbul: Everest Yayınları, 2012, sf. 20.
[13] İstanbul’u Yel Üfürdü… Su Götürdü, Eser Tutel, İstanbul: Oğlak Yayınları, 2000, sf. 134.
[14] İstanbul’un Deniz Hamamları ve Plajları, sf. 148.
[15] Dünden Bugüne Caddebostan, Yıldız Demiriz, İstanbul: Yorum Sanat Yayınevi, 2007, sf. 67.
[16] İstanbul Seni Unutmadım, sf. 21.