Belediyelerin Ana Görevi Üzerine
Yazan: İoanna Kuçuradi*
Belediyelerin ana görevi, belki de varlık nedeni, kentlerde insan haklarının gerektirdiklerini yapmaktır. Bununla neyi anlatmak istediğimi gösterebilmek için, ilkin insan hakları kavramını açmak ve gerektirdiklerini –ilgili yasada yer alan ya da almayan gerektirdiklerini– dile getirmek uygun olur.
Geriye doğru baktığımızda, yirminci yüzyılın belki de en önemli başarısı, insan hakları f i k r i n i önplâna getirmesidir, denebilir. İkinci Dünya Savaşından sonra ön plâna çıkmaya başlayan insan hakları, yirminci yüzyılın sonlarına doğru moda haline gelmiş, moda olunca da kavramın içi boşalmaya başlamıştır. Böylece insan haklarından bunca söz edilmesine rağmen, insan hakları ihlalleri birçok ülkede ve uluslararası ilişkilerde pervasızca devam ediyor; yapılan hukuksal düzenlemeler de insan haklarıyla bağlantılanarak yapılmıyor, yani insan hakları için yaratabilecekleri sonuçlar hesaba katılmıyor.
Neden? Benim görebildiğim kadarıyla, bunların en temel nedeni, insan haklarının ne olduğuna ilişkin bilgi eksikliğidir.
Bu bilgi eksikliği, dolayısıyla olan bitenler ile insan hakları arasında bağlantı kuramamayı gösteren bir örnek, İngiltere’de COVID-19’la savaşmak için önce uygulanmak istenen, sonra da vazgeçilen “sürü bağışıklığı”dır. Bunun, en başta o ülkedeki insanların sağlık hakkının bir ihlali olduğuna, bazı durumlarda da yaşam hakkının ihlaline yol açtığına dikkat çeken pek olmadı.
Ayrıca yaşadığımız pandemi sırasındaki bazı kısıtlamalara açık bir insan hakları ve özgürlükler kavramıyla bakıldığında, bunların, “bu beden benimdir” pankartlarıyla sokağa dökülen insanların düşündüğü gibi bir insan hakkı kısıtlaması olmadığı ve neden olmadığı, hele hele bir temel özgürlük hakkının kısıtlaması hiç olmadığı görülebilir.
“İnsan hakları nedir? Bu, ilk bakışta çok yalın soru, insan haklarına ilişkin teorik çalışmalar için olduğu kadar, insan haklarının uygulanması için de en temel sorudur; çünkü bunun cevabı, insan haklarını diğer haklardan ayırdedebilme kriterini oluşturuyor.”
Bizden de bir örnek, bir öğrencimin bana şu anlattığıdır: 50.000’den çok insanımızı yitirdiğimiz Şubat 2023 depreminden sonra, hasar tespiti hakkında “ilgili makama” gittiğinde; ilkokuldan sınıf arkadaşı olan ilgili, ona “i y i l i k” y a p m a k n i y e t i y l e, evinin yıkılmayı gerektirecek kadar hasar görmediğine ilişkin bir belge vermeyi önermiş. Öğrencimin buna çok şaşırdığını görünce ve önerisini reddedince, bu defa görevli şaşırmış!
Bu örnekler, insan haklarından bunca söz edilmesine rağmen, insan hakları ile somut olaylar arasında bağlantı kurulamadığını gösteriyor. Bu da, insan haklarının ne olduğunun pek bilinmediğini düşündürüyor.
Bunun için burada, “insan hakları nedir?” sorusuna benim verdiğim cevabı ve bu bilginin insan haklarının korunmasındaki rolünü, bu çerçeve içinde de belediyelerin n e g i b i görevleri olduğu/olması gerektiği konusunda birkaç düşüncemi dile getireyim.
İnsan hakları nedir? Bu, ilk bakışta çok yalın soru, insan haklarına ilişkin teorik çalışmalar için olduğu kadar, insan haklarının uygulanması için de en temel sorudur; çünkü bunun cevabı, insan haklarını diğer haklardan ayırdedebilme k r i t e r i n i oluşturuyor.
‘Hak’ derken –birinin bir ‘hak’kından söz ederken–, bunun o insana m u h a k k a k verilmesi-sağlanması gerektiğini kastediyoruz –ona b o r ç l u olduğumuz bir şeyi ya da muameleyi. O takdirde de “insan hakları” sözü, her bir insana ve bütün insanlara b o r ç l u olunan muameleyi, aynı zamanda da herkesin herkese ve her birimizin başka insanlara göstermesi gereken, borcu olan muameleleri dile getiriyor: düşünce özgürlüğü hakkı, güvenlik hakkı, beslenme hakkı, barınma hakkı ve bu gibi haklar, bir kişinin insanlaşabilmesi için ona m u h a k k a k sağlanması gerekenlerdir.
İnsan hakları, her şeyden önce bir fikir, bir düşüncedir –insanların tarihe getirdikleri, çok farklı değere sahip çeşitli düşüncelerden biri. Şu düşünce: insanlar, i n s a n oldukları i ç i n, yani bazı özellikleri olan insan türünün üyeleri oldukları için, özel bir muamele görmeleri gerektiği düşüncesi. Kişiler birbirine öyle bir şekilde muamele etmeli ki, insan türünün bu olanaklarını gerçekleştir e b i l s i n l e r, diye düşünülüyor.
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinin 1. maddesinde “Bütün insanlar haklar ve onur bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır ve birbirlerine kardeşçe d a v r a n m a l ı d ı r l a r” denilirken, dile getirilmeye n i y e t l e n i l e n bu olsa gerek.
İnsanlar, başka insanlar tarafından belirli bir şekilde –“kardeşçe”– muamele görmeli. Ama nasıl? Tek tek insan hakları bu muameleyi saptamaya çalışıyor.
Böylece insan hakları: insanın bazı yapısal olanaklarının gerçekleşebilirliğinin koşullarına ilişkin talepler getiren –değerini bildiğimiz bazı insansal olanakların gerçekleşebilirliğinin koşullarına ilişkin talepler getiren– ilkeler olarak karşımıza çıkıyor. İnsan haklarıyla dile getirilmek istenen, en temelde şudur: ancak bu koşullar varsa, kişiler normal olarak (ve istisnalar her zaman olabilir), insanın daha önce sözünü ettiğim olanaklarını ve bu arada etik olanaklarını gerçekleştir e b i l i r l e r. İşte, bir hakkı insan hakkı yapan özellik de, bu tür muameleye ilişkin bir talep getirmesidir.
İnsan hakları kişi haklarıdır, ama bütün kişi hakları insan hakları değildir. Şimdi bu önerdiğim kriterle kişi haklarına baktığımızda, görürüz ki, h e r kişiyle ilgilerinde birbirine bağlı olmakla ve bir bütün oluşturmakla birlikte, t a l e p l e r olarak bazı önemli farklar gösterirler: bu taleplerden bir kısmı insanın yapısal olanaklarıyla doğrudan doğruya ilgilidir; başka bir kısmı bu olanakların geliştirilmesi için g e n e l o l a r a k gerekli önkoşullarla ilgilidir. Ama bazı kişi hakları da vardır ki, d e ğ i ş k e n koşullarla ilgilidir.
İşte belediyelerin görevlerinin önemli bir kısmı, insanın yapısal olanaklarının geliştirilmesiyle ilgili olan hakların korunmasından oluşuyor. Bunun için ben, ‘insan hakları’ terimini, ilk iki tür talepler için kullanmak ve insan hakları kavramına, kişinin güvenliğine ilişkin talepleri ve/veya “temel özgürlükleri” ile insanın yapısal olanaklarının gerçekleşebilirliğinin önkoşullarına ilişkin talepleri (sağlık için gerekli yaşama düzeyi, eğitim, çalışma v.b. hakları) kapsatmanın uygun olduğunu düşünüyorum. İlk tür haklara “doğrudan doğruya korunan haklar”, ikinci türden haklara da “dolaylı olarak korunan haklar” diyorum.
“Bütün insanların eşit olduğu, her kişinin insan olarak sahip olduğu, bir grup temel hak daha vardır. Bunlar, her kişiye insan olarak olanaklarını geliştirebilmesini sağlayan önkoşullara ilişkin taleplerdir. Sağlık için gerekli yaşama düzeyi, barınma, beslenme bu tür haklardandır.”
İlk türden talepler, insana özgü etkinlikleri gerçekleştirirken kişilere dokunulmaması talebini dile getirirler. Bu haklara saygı da, etik bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu haklar konusunda devletin rolü, ihlal edilmesini önlemek, ihlal edildiği zaman da dengeyi yeniden kurmaktır. Bu hakların korunması, ancak onları i h l a l e t m e g i r i ş i m l e r i olduğu zaman söz konusu olabildiğinden; devletin bu hakları koruması, bu hakları yasaların güvencesi altına alması, ihlal edildiği zaman da çeşitli organlarıyla araya girmesi demek olur. Geleneksel adlarıyla kişi özgürlüğü ve güvenliği gibi haklar ve gerektirdikleri (: hiçkimsenin köle durumunda tutulmaması; hiçkimseye işkence ya da acımasız, insanlıkdışı, aşağılayıcı muamele görmemesi, v.b.) ile düşünce ve kanaat özgürlükleri gibi özgürlükler bu tür haklardır; herkesten insan olmanın değerine dokunmamayı talep ederler.
Bu haklar, b ü t ü n i n s a n l a r ı n e ş i t o l d u ğ u hakların bir kısmını oluşturur: doğrudan doğruya korunan hakları. Bu haklara saygı gösterildiği yerde, ilgili özgürlükler v a r d ı r: kişiler yaşıyorlar bu özgürlükleri. Onlara saygı gösterilmediği yerde, güvensizlik –ya da anarşi ve terör– egemendir. Ve devlet organları tarafından ihlal edildikleri yerde, orada baskı vardır demektir. Televizyonda bir tek defa haberleri izlemek, dünyada olan biten konusunda bir fikir edinmek için yeter: herkes bütün insanların onur ve değer bakımından eşit olduğunu resmen ilân ediyorsa da, dünyamızın dört bucağında, neredeyse her yerde, güvensizlik ve baskı egemendir.
Bütün insanların eşit olduğu, her kişinin insan olarak s a h i p o l d u ğ u, bir grup temel hak daha vardır. Bunlar, her kişiye insan olarak olanaklarını geliştir e b i l m e s i n i sağlayan ö n k o ş u l l a r a ilişkin taleplerdir. Sağlık için gerekli yaşama düzeyi, barınma, beslenme bu tür haklardandır. Bu haklar da dolaylı korunan dediğim haklardır. Bu haklarla ilgili karşılaşılan güçlük şudur: bu hakların sağlanması, başka bir tür haklara bağlıdır; ancak dolaylı olarak, devletin kişilere t a n ı d ı ğ ı haklar –sosyal, ekonomik ve siyasal haklar– ve her zaman değilse de, çoğu zaman siyasal kararlarla kurulan kamu kuruluşları aracılılığıyla korunabilirler.
İlk grup insan haklarının tersine, bu hakların korunması kişilere d o ğ r u d a n d o ğ r u y a bağlı değil, bir ülkede yapılan düzenlemelere ve alınan siyasal kararlara bağlıdır. Bir ülkede, o ülkenin koşullarına göre sınırları farklı genişliklerde çizilebilecek haklar olan t a n ı n a n haklar aracılığıyla korunabilirler, yani kişilere sağlanabilirler.
İşte belediyelerin görevleri b u hakların korunmasıyla –bu korunmanın yerel koşullarda gerektirdiklerinin yerine getirilmesiyle– ilgilidir.
Şimdi insan haklarını, kişilerde insanın olanakların koruma talepleri olarak –yani insan olarak yapısal olanaklarını gerçekleştirirken hiçbir insanı, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak e n g e l l e m e m e (ancak ve ancak b u n d a engellememe) talebinde bulunan pratik ilkeler olarak– ortaya koyduğumuzda; insan haklarının sınırlandırılabileceğini şu veya bu şekilde ileri sürmek, sosyal ve ekonomik hakların da bir ülkedeki koşullara göre sınırlandırılmasına şu veya bu şekilde karşı çıkmak, her biri kendi çıkarları peşinde koşan ve birbiriyle kaçınılmazcasına çarpışan kişi ve grupların çıkarlarını görmezlikten gelmek; bugün sömürüyü ve terörizmi görmezlikten gelmektir. Tanınan hakların sınırlandırılmasına her karşı çıkma, er geç çıkarların sınırlandırılmaması talebine dönüşür ve insanların diğer canlı varlıklarla ortak özelliklere de sahip oldukları olgusunun unutulduğunu gösterir.
İşte belediyelerden beklenen, hukukla tanınan haklar aracılığıyla korunabilen hakların korunabilmesi için –beslenme, barınma, eğitim gibi, benim “dolayı olarak korunan haklar” dediğim hakların yerel koşullarda, o b e l i r l i ilin veya ilçenin koşullarında korunabilmesi için– yapılması gerekenleri yerine getiren çalışmaları gerçekleştirmektir. Bunların bir kısmı bizde, Belediye Kanununun Üçüncü Bölümünde, 14. ve 15. maddelerinde yer alıyor.
Belediyelerin bunları ve henüz orada yer almayan başka bazı önemli çalışmaları yapabilmesi için, hangi görev olursa olsun bir belediyede çalışacak kişilerin, belediyenin görevlerine ilişkin e k b i r e ğ i t i m görmesi, meslekleri ile insan hakları arasındaki ilgiyi görmesini sağlayacak bir eğitim görmesi uygun olur.
Ayrıca belirli bir ilde veya ilçede insan haklarının oradaki koşullarda yapılmasını gerektirdikleri ve bunların nasıl yapılabileceği konusunda kafa yoracak kişilerden oluşan kurulların oluşturulması, varsa çalıştırılması uygun olur.
Nitekim Rüştü Kâzım Yücelen 2000’li yılların başında, İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı iken kurulan, hâlâ kağıt üzerinde mevcut olan ama çalıştıklarını pek duymadığım İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları, yalnızca şekil yerine gelsin diye değil, kuruluş amacını gerçekleştirebilecek şekilde oluşturulduğunda ve çalıştırıldığında bu işi görebilirler.
Benim şu anda uzaktan gördüğüm acil ihtiyaçlardan biri de, bir kentte inşa edilen binalara “oturma izni” veren, belediyenin ilgili mimar-mühendisleriyle ilgilidir. 50.000 insanımızı yitirmeye yol açmış olan depremler, bu mühendislerin birçoğunun da görevlerini yerine getirmediklerini kanıtlıyor.
Bunu göz önüne alarak, belediyelerde “oturma izni” verme konusunu yeniden düzenlemek ve belediyelerde bu işi yapmak isteyen mimar ve mühendislerin bir ek eğitim -etik ve insan hakları eğitimi- görmesini sağlamak ve onlara bu konuda kilit bir noktada bulunduklarının bilincini kazandırabilecek bu etik ve insan hakları eğitimini görmeden bu göreve atanamamayı sağlayacak yasal bir düzenlemenin yapılması ş u a n d a, b i z i m k o ş u l l a r d a şart görünüyor.
*Prof. Dr., T.C. Maltepe Üniversitesi, İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
*Bu yazı, Kent dergisinin Ocak-Nisan 2024 tarihli onikinci sayısında yayımlanmıştır.
*Derginin tamamını MBB Kültür Yayınları sitesinden buraya tıklayarak indirebilirsiniz.