02.01.2025

Walk21 Portekiz’den ve Lizbon’dan Kalanlar

Yürünebilirliğin bir çözüm olduğunu kabul etmemize rağmen, büyük ve "yenilikçi" ulaşım projelerinin cazibesine kapıldığımız bir dönemde Walk21 Portekiz, dikkatimizi bu tür "moda" projelerden uzaklaştırarak yeniden yürümeye ve aktif hareketliliğe odaklamamızı istedi. Dünyanın dört bir yanından karar alıcıları, uygulamacıları, akademisyenleri ve aktivistleri, yürüyüş politikalarının şehir paradigmasını nasıl dönüştürdüğünü, insanların yürüme deneyimlerini nasıl etkilediğini ve güvenlik, eşitlik, iklim hedeflerine ulaşımda nasıl rol oynadığını tartışmak için bir araya getirdi.

YAZAN: Görsev Argın Uz

Şimdiki zaman yürümekle tanımlanır, gelecek yürünebilir olmalıdır (The present is walking, the future needs to be walkable). Brezilya’da kadınlar tarafından kurulan Walkability Institute, bu sözlerle modern gerçekliğimizi özetliyor. Ancak bizler, geleceği yürümeye yer bırakmayacak şekilde hayal edilmiş bir kent anlayışının şimdiki zamanında yaşıyoruz. Bu durum, aynı zamanda tarihte nadiren rastlanan bir geçmişe dönme arayışını da beraberinde getiriyor. Araçlara adanmış şehirleri, yürümeyi yeniden merkeze alarak dönüştürmeye ve geleceğe hazırlamaya çalışıyoruz.

Yürüme eylemi, en temel davranışlarımızdan biri olsa da oldukça zengin bir anlam katmanına sahip. İşte bu yüzden, dünyanın dört bir yanından yürümeyi araştıran, bu konuda çalışan ve üreten insanların bir araya geldiği 24. Uluslararası Walk21 Konferansı beni oldukça heyecanlandırdı. Kısa adıyla Walk21 Portekiz, 14-18 Ekim 2024 tarihlerinde Portekiz’in Lizbon kentinde gerçekleşti ve şu temel soruya odaklandı: "Yürüme politikalarını ve programlarını nasıl geliştirip uygulayabiliriz ki, daha güvenli sokaklar, daha kapsayıcı topluluklar ve yürümeye değer çözümler sunabilelim?"

Yürünebilirliğin bir çözüm olduğunu kabul etmemize rağmen, büyük ve "yenilikçi" ulaşım projelerinin cazibesine kapıldığımız bir dönemde Walk21 Portekiz, dikkatimizi bu tür "moda" projelerden uzaklaştırarak yeniden yürümeye ve aktif hareketliliğe odaklamamızı istedi. Dünyanın dört bir yanından karar alıcıları, uygulamacıları, akademisyenleri ve aktivistleri, yürüyüş politikalarının şehir paradigmasını nasıl dönüştürdüğünü, insanların yürüme deneyimlerini nasıl etkilediğini ve güvenlik, eşitlik, iklim hedeflerine ulaşımda nasıl rol oynadığını tartışmak için bir araya getirdi. Konferans aynı zamanda başarılı ulusal politikalar, yerel eylemler ve dönüştürücü projelerin hangi unsurlarla başarıya ulaştığını incelemek, bu alanda geliştirilmiş ‘Pan-Avrupa Yürüme Master Planı’ gibi yeni planların ve ‘Walkability App’ gibi uygulamaların tanıtımı için de bir platform sundu.

Portekiz Cumhuriyeti Hükümeti adına Ulaşım ve Hareketlilik Enstitüsü, Lizbon Belediyesi, Walk21 ve ISCTE iş birliğiyle düzenlenen etkinlik, Lizbon’u sadece konferansın ev sahibi değil, aynı zamanda bir deneyim laboratuvarı haline getirdi. Şehir, başarı hikayelerini paylaşmakla yetinmeyip zaman zaman karşılaşılan başarısızlıkları ve çıkmazları da şeffaf bir şekilde katılımcıların değerlendirmesine sundu. Lizbon Belediyesi, konferans boyunca şehrin birçok imkanını katılımcılarla paylaşarak bu deneyimi daha da zenginleştirdi. Örneğin, etkinlik süresince tüm toplu taşıma araçları katılımcılar için ücretsiz olarak sunuldu. Bu yaklaşım, sadece fiziksel mekanların değil, aynı zamanda şehirdeki hareketlilik deneyiminin de konferansın bir parçası haline getirilmesini sağladı. Etkinlik, resmi açılışından bir gün önce Lizbon’un merkezinde, araç trafiğine bir günlüğüne kapatılan sokaklarda düzenlenen bir Pazar Yürüyüşüyle başladı. Müziğin ve çeşitli gösterilerin eşlik ettiği bu yürüyüş, konferansın beş gün boyunca tartışacağı konulara ilham veren anlamlı bir başlangıç oldu. 

Öğrenmenin Halleri

Konferans, dört ana tema etrafında şekillendi: (1) Kapsayıcılık (Inclusivity), (2) Pozitif Kamusal Alanlar (Positive Public Space), (3) İklim Gerekliliği (Climate Imperative) ve (4) İyi Yönetişim (Good Governance). Etkinlik formatı oldukça zengindi; plenary oturumlarından yuvarlak masa toplantılarına, pecha kucha sunumlarından atölyelere, yürüyen atölyelerden (walkshops), alan gezileri ve kahve aralarında düzenlenen interaktif oturumlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Ayrıca, bu yıl ilk kez düzenlenen “öğrenme laboratuvarları” konferansa ayrı bir derinlik kattı.

Öğrenme laboratuvarlarının amacı, hayata geçirilmiş yürünebilirlik projelerini tüm yönleriyle –iyi, kötü ve çirkin– ele alarak tartışmaya açmaktı. Marmara Belediyeler Birliği (MBB) olarak Global Designing Cities Initiative (GDCI) tarafından düzenlenen “İnsanlar İçin Meydanlardan Sokaklara: Bir Pop-Up Etkinliğin Şehir Çapında Programlara Dönüşmesi” başlıklı öğrenme laboratuvarına katıldık. Burada, MBB Yerel Yönetim Akademisi’nin GDCI ve Superpool ortaklığıyla hayata geçirdiği “Sokaklar Dönüşüyor” programının çıktılarını sunma fırsatı bulduk.

Konferansın genel yapısı, ağ kurmaya, bilgi paylaşmaya ve iş birliğini geliştirmeye odaklanmıştı. Walk21 topluluğunun enerjisi ve samimiyeti, bu sıcak atmosferin en belirgin unsurlarından biriydi. Başta Walk21 CEO’su ve aynı zamanda MARUF23 konuşmacılarından olan Bronwen Thornton ile Walk21 Direktörü Jim Walker olmak üzere, Walk21 ekibi ve katılımcıların kapsayıcı yaklaşımı, network oluşturmayı son derece keyifli ve verimli hale getirdi. Bu samimi ve destekleyici ortam, katılımcılar arasında güçlü bir bağ kurulmasını sağladı ve fikir alışverişini teşvik etti. Muhtemelen konferans yemeğine eşlik eden karaoke partisinin de bu sıcak atmosferin oluşmasında önemli bir katkısı oldu=)

Bu konferans, benim de en çok yeni insanla tanıştığım ve farklı fikirlerle kaynaştığım etkinliklerden biri oldu. Katılımcılar, son derece çeşitli bir profilden oluşuyordu ve herkes, diğer katılımcıların çalışmalarını hem destekleyen hem de merak eden bir yaklaşıma sahipti. Konferansta, hatta iki “uzaylı” bile vardı. Şehirlerdeki kamusal mekân kullanımı ve sokaklara dair bir dış bakış sunan bu iki “mekân/uzay uzmanı,” kendi gezegenlerinden gelerek dünyadaki sokak kültürünü incelemeye koyulmuştu. Gözlemleri, insanların sokakları yürünebilir bir alan olarak keyifle kullanması ile sınırlı kamusal mekân üzerindeki farklı taleplerin yarattığı gerilim arasındaki çatışmayı gözler önüne seriyordu.

Sanırım günümüz sokaklarına dışarıdan bakarak şu soruyu sorduğumuzda alacağımız cevap pek hoşumuza gitmeyecek: “Sokağın sahibi kim?” Bu tür dış bakışlar, Walk21’de yeniden hatırladığımız önemli bir gerçeği açığa çıkardı: Sokaklar, alışkanlıklarımız nedeniyle “de facto” olarak araçlara ya da belirli bir kullanıma adanmış gibi görünüyor. Ancak, bu alışkanlıklar çoğu zaman anlamsız ve terk edilmesi gereken kalıplardan ibaret. Bu farkındalık, bize sokakları yeniden düşünmenin ve dönüştürmenin ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Sokakları Dönüştürerek Öğrendiklerimiz

Dünya genelinde artan trafik sıkışıklığı ve yaşam kalitesindeki düşüş, özel araç kullanımını önceliklendiren kentsel planlama stratejilerinin eksikliklerini açıkça ortaya koyuyor. Bu durum, son on yılda yayaları ön plana çıkarma ve şehirleri insanlara yeniden kazandırma yönünde küresel bir eğilimin başlamasına neden oldu. Birçok kuruluş, yapılandırılmış çevreyi dönüştürmek için "adım adım" bir yaklaşım benimseyerek her seferinde bir sokağı ele alıyor. Bu bağlamda, GDCI da çeşitli sektörler ve ölçeklerden kuruluşlarla iş birliği yaparak dünyanın farklı yerlerinde sokak dönüştürme programlarını hayata geçiriyor.

Walk21 Portekiz’de birlikte yer aldığımız oturumda, uluslararası ölçekte çalışan GDCI, bölgesel ölçekte faaliyet gösteren MBB ve kent ölçeğinde projeler yürüten Milano Belediyesi olmak üzere üç kuruluş bir araya geldik ve deneyimlerimizi paylaştık. Milano’daki Piazze Aperte programı, başlangıcından bu yana 42 cadde ve meydanı ve toplamda 28.000 m²'den fazla bir alanı yayalaştırırken Sokaklar Dönüşüyor programı, Marmara Bölgesi’ndeki 5 kentte 15 sokağı dönüştürerek 10.000 m²’den fazla alanı yayalara kazandırdı.

Öğrenme laboratuvarında, projelerden edindiğimiz deneyimlere odaklanarak programların farklı aşamalarında karşılaştığımız zorlukları ve bu zorlukların üstesinden gelmek için kullandığımız strateji ve taktikleri katılımcılarla paylaştık. Topluluk katılımı çabalarındaki başarılar ve başarısızlıklar, toplanan verilerin değerlendirilmesi ve bu verilerin güvenli, erişilebilir ve konforlu sokaklar ile kamusal mekanlar yaratmak için nasıl kurumsallaştırılabileceği üzerine geleceğe yönelik planlarımızı tartıştık.

Kısa sunumların ardından gerçekleşen soru-cevap oturumunda, başarısızlıklarımızı da açık bir şekilde ele alma fırsatı bulduk. Özellikle taktiksel kentleşme yaklaşımlarının, belediyeler gibi stratejik aktörlerle çalışırken getirdiği zorluklar ve sunduğu fırsatlar üzerinde detaylı bir şekilde durduk. Bu tür açık ve yapıcı tartışmalar, gelecekteki projelerde daha etkili çözümler geliştirmek için oldukça değerli bir temel oluşturdu.

Daha fazlasını hayal edebilir miyiz?

Walk21 Portekiz boyunca, dünyanın farklı bölgelerinden gelen "sokak dönüştürücüler" ile de tanışma ve onların hikayelerini dinleme fırsatı bulduk. Tiran’ın okul sokaklarından ve bloklarından İtalya’nın Torino kentindeki okul sokaklarına, Hindistan’da yayalar için kazanılan sokaklardan Paris’in dönüşen bulvarları ve otobanlarına kadar farklı ölçekteki projeler üzerine tartışma imkânı bulduk. Bu çeşitlilik, sokakların dönüşümüne dair küresel bir perspektif kazanmamıza yardımcı oldu ve yerel projelerimizin dünya genelindeki bu büyük hareketin bir parçası olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Dinlediğimiz bu farklı deneyimler, daha fazlasını hayal etme fırsatı da sundu. Paris Metropolitan Bölge Planlama Ajansı’ndan Paul Lecroart, büyük şehirlerin geniş otobanlarını yeşil sokaklara dönüştürdükleri ilham verici örnekler paylaştı. Lecroart’a göre hikâyenin kökeni aslında 1950’lere dayanıyor. O dönemde insanlar, kentlerin geleceğini çok farklı bir şekilde hayal ediyorlardı. Arabalar, bizi hızlandıran ve yaşamı kolaylaştıran birer kurtarıcı olarak görülüyordu ve geleceğin şehirlerinin araçlar için açılmış büyük otoyollar etrafında şekilleneceğine inanılıyordu. Ancak günümüz kentlerinin geldiği noktada, bu vizyonun yarattığı sorunlar artık apaçık ortada.

Kent yaşamı ve kamusal hayat, aslında binalar arasında, sokaklarda ve meydanlarda şekilleniyor. Ancak bu binalar arasındaki alanları araçlara adamak ve araçları merkeze koymak, kamusal yaşamı derinden yaralıyor. Yollar genişledikçe ve artırıldıkça trafik sorunları da aynı oranda büyüyor. Üstelik iklim krizi bu sorunları daha da karmaşık hale getirerek acil çözümler gerektiriyor.

Bununla birlikte, Seul’un ünlü Cheonggyecheon restorasyon projesi gibi başarılı dönüşüm hikayeleri umut verici örnekler sunuyor. Seul, devasa bir otoyolu yıkarak yok olmuş bir dereyi kente geri kazandırdı ve bu projeyle şehir, nefes alan bir kamusal alan yaratmayı başardı. Paris de şu anda bu dönüşüm yolunu izliyor ve büyük otoyol alanlarını, insanlara ve doğaya geri kazandırma hedefiyle önemli adımlar atıyor.

Lecroart’ın aktardığı bu deneyimler, geçmişte yapılan hatalardan ders alarak kentleri yeniden hayal etmenin mümkün olduğunu gösteriyor. Araç odaklı bir kent düzeninden uzaklaşıp insanları ve kamusal yaşamı merkeze alan dönüşümler, yalnızca bir hayal değil; uygulanabilir bir gerçeklik.

Bütün bunlar bana, günümüzde geleceğin kentlerine dair ne hayal ettiğimizi yeniden sorgulattı. Geleceğin ideal şehirleri, belki de o kadar fütüristik gözükmeyen, yayalarla ve doğayla şekillenen kamusal mekânlardan oluşabilir. Walk21 Portekiz’de tanıştığım The Future Design Streets ekibi de tam olarak bu konuyla ilgileniyor. 20 dakikalık kısa bir buluşma olarak tasarlanan kahve oturumunda "Yürünebilir Sokaklar: Çözümleri Biliyorsak Neden Harekete Geçemiyoruz?" sorusuyla kısa ama derin bir tartışma başlattılar.

Bugünün dünyasına doğan çocukların bile sokaktan beklentileri, önceki kuşaklardan çok farklı. Onların bu yeni bakış açısını anlamak ve sokakların anlamını yeniden tanımlamak için sokakların hikayesini yeniden yazmamız gerekiyor. Bu yaklaşımın güzel bir örneği olan ve Peter Füssy tarafından kaleme alınan ‘Eğer Bu Sokak Benim Olsaydı’ (If This Street Were Mine) çocuk kitabı hem çocukların hem de yetişkinlerin sokaklara farklı bir gözle bakmasını sağlıyor. Kitap, sokakları sadece bir geçiş alanı değil, bir yaşam alanı olarak ele alıyor ve bu alanların gerçek sahiplerini yeniden tanımlıyor.

Daha iyisini hayal etmek ve bu hayalleri gerçekleştirmek için yürüme-odaklı yönetişim kritik bir rol oynuyor. Dünyanın farklı bölgelerinden kadın liderlerin ve aktivistlerin yer aldığı kapanış oturumu, yürüyüş odaklı kentlerin inşasında kadınların önemli bir aktör olduğunu açıkça gösterdi. Portekiz, Fransa, Ekvador, Brezilya ve Kenya’dan gelen kadın liderler, etkili politikalar geliştirmenin yalnızca güçlü yönetişimle mümkün olduğunu vurguladı. Bu tartışmalar, sokakların yalnızca fiziksel bir alan değil, toplumsal dönüşümün merkezinde yer alan bir yaşam alanı olduğunu bir kez daha hatırlattı. Kadınların liderliğindeki bu yaklaşım, sokakları daha kapsayıcı, güvenli ve erişilebilir bir hale getirme yolunda hepimize ilham verdi.

Yürüyerek Öğrenmek

Walk21 Portekiz’in en etkili yöntemlerinden biri de şüphesiz bizim de MARUF23’te denediğimiz yürüyen atölyelerdi. Çünkü yürümeyi sadece oturduğunuz yerden konuşmak yetmez, deneyimlemek de gerekir. Ben de konferans boyunca üç farklı yürüyen atölyeye ve bir alan gezisine katıldım.

Bu yürüyen atölyelerden ilki, kenti bir çocuğun ve onunla hareket eden bakım verenin gözünden deneyimlemek teması etrafında şekillenmişti. Atölyede, aslında bizim de farklı çalışmalarda sıkça kullandığımız puset teftişi ve ters periskop yöntemlerini bu kez ben deneyimledim. Ayrıca, Kimlik Lensi Kartları gibi yenilikçi yöntemler kullanarak kenti bir çocuğun bakış açısından ve onunla hareket eden bir bakım verenin perspektifinden anlamaya çalıştık. Bu araçlar, kentteki fiziksel ve sosyal engelleri fark etmemizi sağlarken aynı zamanda daha erişilebilir ve kapsayıcı kamusal alanlar tasarlamak için yeni fikirler sundu.

İkinci yürüyen atölye ise Türkiye’den katılan Yaya Derneği tarafından düzenlenen bir duyusal yürüyüş (sensory walk) idi. Bu yürüyüşte, katılımcılardan Lizbon’u yalnızca seçtikleri bir duyu üzerinden keşfetmeleri istendi. Ben rota boyunca seslere odaklanmayı seçtim. Yürüyüş sonunda diğer katılımcılarla duygularımızı ve algılarımızı paylaşarak deneyimi tamamladık. Daha önce katıldığım diğer duyusal yürüyüş deneyimlerinde olduğu gibi, bu yürüyüşte de düzenleyiciler tarafından özenle seçilmiş rota, detaylarıyla hafızama kazındı. Dinlerken hissettiğim ile gördüğüm arasındaki farklar beni oldukça etkiledi. Özellikle, yalnızca işitsel duyulara odaklanmanın çevremdeki mekânları algılayış biçimimi nasıl değiştirdiğini fark etmek çok öğreticiydi. Bu tür deneyimler, yürüyüşün ne kadar çok katmanlı bir eylem olduğunu ve bir şehrin farklı yüzlerini keşfetmek için ne kadar etkili bir araç olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Yalnızca yürüyerek bile, bir kentin dokusuna dair bambaşka hikayeler ve detaylar keşfetmek mümkün.

Beni en çok etkileyen etkinliklerden biri de, "Feminizm, ‘Poor Things’ ve Lizbon-Gece Yürüyüşü” isimli yürüyen atölyeydi. Bu etkileyici gece yürüyüşü, üç farklı ülkeden üç farklı organizasyonun—CAMINA (Los Angeles, ABD), Walkability Institute (São Paulo, Brezilya) ve CAMINA Center for Pedestrian Mobility Studies (Monterrey, Meksika)—temsilcileri tarafından düzenlendi. Atölye, kenti toplumsal cinsiyet perspektifiyle okumayı hedefliyordu ve göçmenlerin sıklıkla kullandığı bir meydanda başlayıp Lizbon’un tarihi merkezinde dolanarak Santa Luzia Miradoru’nda son buldu.

‘Poor Things’ filmine yaptığı göndermelerle derin bir tartışma zemini sunan bu atölyede, yürüyüş boyunca her geçtiğimiz kamusal mekânı beş başlık altında değerlendirmemiz istendi: İşaretlenmiş (signalised), görünür (visible), canlı (vital), gözetlenen (surveyed) ve donatılmış (equipped). Bu kriterler, mekânın kullanıcılar için ne kadar güvenli, erişilebilir ve işlevsel olduğuna dair kapsamlı bir analiz yapmamızı sağladı.

Kenti toplumsal cinsiyet perspektifinden değerlendiren bu atölye, Lizbon’un yalnızca fiziksel mekânlarının değil, bu mekânlara yüklenen anlamların da ne kadar katmanlı olduğunu anlamama yardımcı oldu. Kamusal mekânların günün her saati herkes için erişilebilir ve güvenli olması gerektiğine dair güçlü bir mesajla sonlanan bu deneyim, feminist bir bakış açısıyla yürünebilirlik kavramına yeni bir derinlik kazandırdı. Hem şehirlerin tasarımına hem de kamusal mekânların kullanıcılar üzerindeki etkilerine dair daha geniş bir farkındalık geliştirmemi sağladı.

Son olarak katıldığım saha gezisi sırasında, Lizbon’un dönüşen kamusal mekânlarını incelemeyi tercih ettim. Belediyenin rehberliğinde gerçekleştirilen rota boyunca, Lizbon’un ünlü Calçada adı verilen kaldırım taşlarının kent için yarattığı ikilemi dinledim. Calçada, Lizbon’un geleneksel yöntemlerle üretilen ve kente özgü tarihi bir öğesi. Şehir, bu taşlarla tanınıyor ve hemen her kamusal mekânda bu kaldırımları kullanmaya devam ediyor. Ancak bu estetik ve geleneksel seçim, bazı ciddi sorunları da beraberinde getiriyor. Bu taşlar, çıkıntılı yapıları ve yağışlı havalarda kayganlaşmaları nedeniyle sık sık yaralanmalara yol açıyor. Özellikle yaşlı nüfusun yoğun olduğu Lizbon’da, bu durum erişilebilirlik açısından ciddi bir engel teşkil ediyor. Rehberin belirttiği gibi, Lizbon şu kritik ikilemi çözmek zorunda: Geleneksel estetik mi, erişilebilirlik mi? Gelenekleri ve kentin kültürel mirasını korurken aynı zamanda daha güvenli, erişilebilir ve işlevsel kamusal mekânlar yaratmak, bu dönüşüm sürecinin anahtarı olabilir.

Lizbon, yemekleri, pastel de nata’ları, tramvayları, kaldırımları, sokakları, meydanları, müzik dolu atmosferi ve manzaraya karşı ücretsiz keyif sunan miradorlarıyla beni büyüledi. Bu şehir, yalnızca görsel güzellikleriyle değil, aynı zamanda yürünebilirlik konusundaki kendine özgü özellikleri ve çözümleriyle de hafızama kazındı.

Walk21’in gelecek yıl Tiran’da düzenleneceği duyuruldu. Tiran, kendisini çocuk dostu bir kent olarak tanımlıyor ve görünen o ki, hem başarılı hem de başarısız birçok hikayesini paylaşmaya hazırlanıyor. Kesinlikle takipte kalmanızı öneririm. 

Son söz…

Walk21’den dönerken, yürümeyle ilgili yapılabilecekler üzerine birçok fikir ve yeni bir inançla geri döndüm. Ancak en önemlisi, yürümeyi teşvik etmenin ve aktif hareketliliği artırmanın pek çok farklı yolu olduğuna dair güçlü bir farkındalık kazandım. Genelde yürümeyi ve aktif mobiliteyi konuşurken karar alıcıların cesaretine olan ihtiyaca sıkça vurgu yapıyoruz ve belki de bazen bu gerekliliğin arkasına sığınıyoruz. Ancak POLIS’ten Pedro Homem de Gouveia’nın şu sözleri beni derinden etkiledi:

“Sürekli politik cesaretten bahsediyoruz ama profesyonel cesarete de ihtiyacımız var… Süperadam ya da süperkadın olmaya gerek yok, sadece işimizi yapmalıyız.”

Bu söz, harekete geçmenin aslında hepimizin sorumluluğu olduğunu ve bu işin yalnızca iyi niyet değil, uzmanlık gerektiren profesyonel bir görev olduğunu hatırlattı. Çünkü yürüme ve aktif hareketlilik yalnızca kentlerin kurtarıcısı değil, aynı zamanda en temel yaşam haklarımızdan biri. Şimdi, artık konuştuklarımızı eyleme dökme, başka bir deyişle, "yürüme" zamanı!

*Bu yazı, Kent dergisinin Ocak-Nisan 2025 tarihli onbeşinci sayısında yayımlanmıştır.

*Derginin tamamını MBB Kültür Yayınları sitesinden buraya tıklayarak indirebilirsiniz.

Diğer İçerikler Blog

Kadınların Zaman Yoksulluğuyla Mücadele: Şefkatli Şehirler Tasarlamak
#Kültür#SürdürülebilirKalkınmaAmaçları

Kadınların Zaman Yoksulluğuyla Mücadele: Şefkatli Şehirler Tasarlamak

03.01.2025 Devamını Okuyun >
Kadınların Zaman Yoksulluğuyla Mücadele: Şefkatli Şehirler Tasarlamak
#Kültür#SürdürülebilirKalkınmaAmaçları

Kadınların Zaman Yoksulluğuyla Mücadele: Şefkatli Şehirler Tasarlamak

03.01.2025 Devamını Okuyun >
Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey İle Kente Dair
#Kentleşme#SürdürülebilirKalkınmaAmaçları#YerelKalkınma#YerelDiplomasi#ÇevreYönetimi#Kültür

Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey İle Kente Dair

02.01.2025 Devamını Okuyun >
Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey İle Kente Dair
#Kentleşme#SürdürülebilirKalkınmaAmaçları#YerelKalkınma#YerelDiplomasi#ÇevreYönetimi#Kültür

Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey İle Kente Dair

02.01.2025 Devamını Okuyun >
Metropol Ölçeğinde Bir Kentsel Bakım Örneği: Guadalajara Kent Ormanları Ağı

Metropol Ölçeğinde Bir Kentsel Bakım Örneği: Guadalajara Kent Ormanları Ağı

02.01.2025 Devamını Okuyun >
Metropol Ölçeğinde Bir Kentsel Bakım Örneği: Guadalajara Kent Ormanları Ağı

Metropol Ölçeğinde Bir Kentsel Bakım Örneği: Guadalajara Kent Ormanları Ağı

02.01.2025 Devamını Okuyun >
Bir Şehir Kadınlar Etrafında Yeniden Düzenlenebilir mi?
#Kültür

Bir Şehir Kadınlar Etrafında Yeniden Düzenlenebilir mi?

02.01.2025 Devamını Okuyun >
Bir Şehir Kadınlar Etrafında Yeniden Düzenlenebilir mi?
#Kültür

Bir Şehir Kadınlar Etrafında Yeniden Düzenlenebilir mi?

02.01.2025 Devamını Okuyun >
WUF12: Her Şey Evde Başlar

WUF12: Her Şey Evde Başlar

02.01.2025 Devamını Okuyun >
WUF12: Her Şey Evde Başlar

WUF12: Her Şey Evde Başlar

02.01.2025 Devamını Okuyun >
COP29 Bakü: Küresel İklim Müzakerelerinde Öne Çıkan Başlıklar
#Kültür#ÇevreYönetimi

COP29 Bakü: Küresel İklim Müzakerelerinde Öne Çıkan Başlıklar

02.01.2025 Devamını Okuyun >
COP29 Bakü: Küresel İklim Müzakerelerinde Öne Çıkan Başlıklar
#Kültür#ÇevreYönetimi

COP29 Bakü: Küresel İklim Müzakerelerinde Öne Çıkan Başlıklar

02.01.2025 Devamını Okuyun >