Yabancı Bakışlar - Soyu Tükenen Bir Deneyim
YAZAN: Elif Kendir B., İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi
Kavramsal düzeyde yaban, bireysel bilinci baskın, ancak türlerarası kolektif bilinci neredeyse yok olmuş kentsel özne kimliğini esneten bir kutupsal zıtlık olarak tanımlanabilir. Yaban metaforu her zaman hayal gücünün çalışmasına, korkuyla karışık da olsa insana kendi sınırlarının dışındaki bir varoluşu anımsatıp özlem duyulan, bozulmamış bir dünya tasavvuruna imkan veren bir niteliğe işaret eder. Belki de bu nedenle, pek çok geleneksel kültürün köken öykülerinde insanların yabanıl atalarından saygı ve hasretle söz edilir. İnsanın merkezde değil, tüm diğer varlıkların (canlı ve cansız) arasında olduğunu kabul eden böylesi kültürlerde doğa uzaklarda bir yerde değil, hemen yanıbaşımızda, içimizdedir.
Her şeyi dize getiren insan miti bu anlayışı yıkalı çok oldu. Modern kent, tek türün baskın olduğu tekdüze çevreleri ile zaten yaban yaşamın antitezini oluşturmuşken başka türler için kısmen misafirperver alanlar sağlayabilecek hinterlandı, kapitalist kentin sonsuz yayılımı ve bitmek bilmeyen tüketim talebinin baskısı altında parçalanan ekosistemleri ile insan dışı türler için neredeyse yaşanmaz halde. Yaban yaşam modern kentin bilinçaltına itilmiş, ancak içinden geçmekte olduğumuz pandemi süreci gibi kriz anlarında beliren, doğanın kendini yenileme gücünü anımsatan hayaletler olarak karşımıza çıkıyor.
Sosyalist sanat eleştirmeni, ressam, yazar ve şair John Berger 1977’de kaleme aldığı “Hayvanlara Niçin Bakarız?”[2] başlıklı denemesinde hayvanlar ile insanlar arasında daha yüz küsur sene öncesine kadar var olan etkileşimin günümüzde yok olduğundan söz ediyor. Hayvanları ve genel olarak tüm diğer canlıları kapsayan yaban yaşam yalnızca belgesellerde veya tek tük sansasyonel haberde karşılaşılan bir seyir nesnesi haline geldiğinde, kapitalist sistem tarafından kendine ve yaptıklarına yabancılaştırılmış insan, tahakküm içeren bakışıyla tüm çevresinden de uzaklaşmış oluyor. Berger’in vurucu bir biçimde ifade ettiği üzere insanın bu şekilde dünya üzerinde kendi türünden olmayan yoldaşlarını kaybetmiş olması kapitalist kültürün affedilmez suçlarından biri.
Yine de, özellikle son zamanlarda hız kazanmış olan antroposen çağı tartışmalarının umut veren açılımları var. Yaban kavramının da irdelenmekte olduğu bu tartışmalar durum tespiti yapmanın ötesinde, insanötesi türlerin, hatta dünya üzerindeki cansız varlıkların (dağlar, denizler, nehirler gibi) varoluş haklarına dair farkındalık yaratarak uzun vadede daha sürdürülebilir çevresel tasarım pratikleri için önemli bakış açıları sağlıyor.
Örneğin antroposen çağının niteliklerini küresel ölçekte tartışan ve belgeleyen Yabanıl Atlas[3] projesinin küratörlerinden antropolog Anna Tsing, ortaya attığı “yeni yaban” kavramı[4] ile antroposen çağında yabanıl etkilerin insanın büyük ölçekli altyapı projeleri veya üretim alanları ile tektipleştirdiği çevrelerde çok daha yıkıcı bir biçimde geliştiğinden, bu tür bozulmaya uğramış çevrelerde istilacı türlerin başka türlerin yaşamasına olanak vermeyecek biçimde yayılıp biyolojik çeşitliliği yok ettiğinden söz ediyor. Oysa yerel üretim pratikleri kısıtlı ölçekleri sayesinde içinde bulundukları doğal çevrenin kendini yenilemesine izin veriyor ve bu şekilde biyoçeşitlilik bozulmaya uğramış alanlarda bile devam edebiliyor.
Biyoçeşitliliği koruma yaklaşımları içinde yeniden yabanlaştırma [5] (rewilding) stratejileri içinde bulunduğumuz çevre ile yeni bir ilişki biçimi öneriyor. Bu yaklaşımda öncelikle anahtar türlerin rehabilite edilmiş çevrelerde serbest dolaşıma bırakılması ve daha sonra insan etkisinin minimuma indirilmesi ile belirli bir denge durumuna ulaşılacağı savunuluyor. Bir başka yaklaşım ise “bozulmamış doğa” kavramının aslında bir kültürel mit olduğu ve modern metropoller gibi çok ciddi biçimde yapılaşmış çevrelerde bile yaban hayatın bir ölçekte kendini gösterebileceği kentsel boşlukların bulunabileceğini savunuyor. Bu yaklaşımın savunucularından Emma Maris, Delişmen Bahçe[6] isimli kitabında “yaban-sonrası” kavramını ortaya atarak arka bahçelerimizde, kaldırım çatlakları arasında, değeri bilinmeyen boş alanlarda süregiden yaban yaşamı korumanın yollarını araştırıyor.
Yaban kavramının farklı açılımlarına bakıldığında, özellikle tasarım disiplinleri açısından doğa ile kurulacak ilişkide dikkat eğitiminin önemi açığa çıkıyor. Yirmi yıl önce, Robert M. Pyle öne sürdüğü “soyu tükenen deneyim” [7] kavramıyla insanın doğa ve yaban yaşam ile kurduğu ilişkinin zayıflamasının olumsuz sonuçlarına dikkat çekmiş. Pyle’a göre özellikle kentsel alanlarda yetişen çocukların doğa ile etkileşimden mahrum olarak büyümeleri, kamu sağlığını kötü etkilediği gibi, doğa yakını davranışların azalmasına ve kentsel öznelerin bir hoşnutsuzluk ve ilgisizlik döngüsüne hapsolmasına yol açıyor.
Belki artık tanımadığımız türlerin bize gizemli bakışlarına, “yabancı” yani yaban yanlısı bakışlar ile cevap vermenin zamanı gelmiştir, diğer türler için olduğu kadar kendi iyiliğimiz için de.
[1] AA. (2018) <https://www.aa.com.tr/tr/yasam/istanbulun-utangac-sakinleri-objektife-yansidi-/1077867>
[2] Berger, J.(1977) “Why Look at Animals?” 2009 basımı aynı isimli kitap içinde. Londra: Penguin. (Bu kitap Cevat Çapan tarafından “Hayvanlara Niçin Bakarız?” başlığıyla Türkçeye çevrilmiş, DeliDolu Yayınevi tarafından 2017 senesinde basılmıştır.)
[3] Tsing, A., Deger, J., Keleman Saxena, A. And Zhou, F. (ed.) (2021) Feral Atlas: The More-Than-Human Anthropocene. Stanford University Press. < https://feralatlas.org/>
[4] Tsing, A. (2018) “The New Wild”, The Clearing <https://www.littletoller.co.uk/the-clearing/the-new-wild-by-anna-tsing/
[5] 2020-21 Güz döneminde İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Yüksek Lisans Programları kapsamında Zeynep Turan Hoffman ile yürütmüş olduğumuz Yabankent stüdyosunda bu stratejileri tartışmış, stüdyoya paralel olarak düzenlediğimiz konuşma serisinde ise davet ettiğimiz uzmanlardan yaban yaşama dair kavramsal açılımlara, koruma pratikleri ve stratetejilerine değinen sunumlar yapmalarını istemiştik. Konuşmaların tümünün kaydına aşağıdaki bağlantıdan ulaşılabilir:
< https://www.youtube.com/channel/UCDYv5l2pMoBP49ETee44PwQ>
[6] Marris, E. (2013) Rambunctious Garden: Saving Nature in a Post-Wild World. Londra: Bloomsbury.
[7] (İng.) “Extinction of Experience”. Pyle, R.M. (1993) The Thunder Tree: Lessons from an Urban Wildland. Boston: Houghton Mifflin. Bu terime dikkatimi çeken tez öğrencim Aysun Bolat’a teşekkür etmeliyim.
*Bu yazı, Kent dergisinin Ekim-Aralık 2021 tarihli altıncı sayısında yayımlanmıştır.
*Derginin tamamını MBB Kültür Yayınları sitesinden buraya tıklayarak indirebilirsiniz.